Powered By Blogger

28 Mart 2014 Cuma

Sandman / Bebek Evi - Neil Gaiman

Sonunda "Sandman" serisinin ikinci kitabını da okudum. Bu hafta o kadar yoğundum ki, bu kitabı bulduğum her fırsatta birkaç sayfa okuyarak bitirdim (bir taraftan hep aklım onda kaldı). Neil Gaiman'ın hikayelerindeki korku ve umut, insanın kalbinin en derinlerinde kıvrılmış yatan korku ve umudun birer yansıması. Sandman okumak yalnızca yeni ve radikal bir çizgi roman okumak demek değil! Bu seri fantastik edebiyat severler için bulunmaz bir mücevher! Hayal gücünün sınırlarını zorluyor. Serinin bu ikinci kitabı, alakasız gibi görünen "Kum Masalları" ile başlıyor. Bir yerli kabilesi ergenliğe giren erkek çocukları çölün bir bölgesine götürerek o gece yalnızca bir kez duyacakları bir hikaye anlatıyor (bu erkek olma ritüelinin bir parçası). Hikaye geçmişte cam şehirde yaşayan güneşin şimdiye kadar gördüğü en güzel kraliçenin Düş Lordu'na aşık olması ancak ölümlülerle ölümsüzlerin aşkları yasaklandığı için intihar edip Ölümün Krallığına yol alması anlatılıyor. Sandman Ölümün Krallığın'da da bu kadına kendi diyarının kraliçesi yapmak için teklifini sunuyor ancak reddedilince Sandman'ın ona neler yaptığını henüz bilmiyoruz. Bu hikayenin bir de kadınlar arasında nalatılan versiyonu varmış, belki gelecek sayılarda öğreneceğiz. Ancak bu küçük hikayecik sayesinde Dream'in geçmişinden az da olsa bir şeyler öğreniyoruz ve devamında sevgili Ebediler'den bazıları ile tanışıyoruz: Desire (çift cinsiyetli ve feminen görünse de kadınları hamile bırakabiliyor) ve Despair (umutsuzluk ve çaresizlikten beslenen bir cins).

Bu serinin en heyecanlı olayı (ki bence birinci kitap daha heyecanlıydı) "Girdap"tı. Hikayenin geçtiği yüzyılda (20.yy) bir rüya girdabı oluşacaktır ve bu girdabı yaratacak kişi Rose isimli genç bir kızdır. Her nedense, bu girdabı fırsat bilen Desire girdap aracılığıyla Dream'i hedef alan hain planlar içindedir. Dream hem bu girdapla hem de uzun yıllar esir kaldıktan sonra geri dönüp sayım yapınca kaçtıkları anlaşılan dört hizmetkarıyla uğraşmak zorunda kalır (Brute ve Globe, Korintli ve Kemancının Bahçesi). Bir de "tuhaf nesneler koleksiyoncuları" var tabi, biri de Korintli. İşte burada psikopatlıkların dibini görebiliriz! Sandman'ın her yüzyıl buluşup sohbet muhabbet ettiği Talihli Adamları da size bırakıyorum :). 

Bir önceki yazımızda Death'in benzeri olan sanatçının resmini paylaşmıştım. Bu kez de Dream'in ilhamı olduğu iddia edilen İngiliz müzisyen Robert Smith'in resmini paylaşmak istiyorum. Her iki karakterin ilhamları da müzisyen olduğu için, Gaiman'ın bu serilerin satır aralarında engin bir genel kültür paylaşını yaptığı kanaatindeyim. Ne kadarını anladığımı bilmiyorum tabi:

"Bu demek ki dünya sonsuza kadar dibe inen simsiyah pis su ile dolu bir kuyunun üzerindeki pislik tabakası kadar katı ve inanılır. Ve derinliklerde öyle şeyler var ki düşünmek dahi istemiyorum. Bu demek ki hepimiz birer oyuncak bebeğiz. Ne olup bittiği hakkında en ufak bir fikrimiz bile yok. Yalnızca hayatımızın kontrolünün elimizde olduğunu sanarak kendimizi kandırıyoruz. Aslında bir kağıdın inceliği kadar ötemizde, uzun zaman düşünürsek bizi çıldırtacak olan şeyler bizimle oyun oynuyor.”

Sandman 1: Düş Müziği
http://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/02/sandman-dus-muzigi-neil-gaiman.html

22 Mart 2014 Cumartesi

Ustam ve Ben - Elif Şafak

İşte buna tam bir "Osmanlı" kitabı diyebiliriz, içinde entrikalar, yalanlar ve hikayeler barındıran... Bir de aşk var tabi, olmazsa olmaz! Elif Şafak'ın her kitabını merak ederim ve severek okurum (bu şahsını sevdiğim anlamına gelmez). Hakkında söylenen intihal iddialarına (ki mümkün) ve bazı kendini çok aydın sananların "popüler kitap okumam, ben herkesten farklıyım" yorumlarına rağmen ben bu yazara takıntılıyım. Kitabın Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatması sebebiyle, yazarın Türkiye'nin son yıllarda içine düştüğü "Muhteşem Süleyman Dönemi" ilgisini kendi lehine kullanmak istediğini düşünüyorum. Yine de emin değilim, zira kitap dışarıdan da hikaye olarak da bu mesajı pek vermiyor. Kitapta Hint hükümdarı tarafından Osmanlı padişahına hediye edilen ender bulunan bir beyaz filin (Çota) ve onun bakıcısının (filbaz derler adına/inanma sakın lafına) hikayesi anlatılmaktadır. Gayri ihtiyari bir şekilde Mihrimah ile karşılaşan ve ona aşık olan filbaz Cihan'ın Mihrimah'ı etkileyebilmek için anlattığı masallar arasında kayboluyorsunuz. Böylece hikayenin bir bölümünde neyin doğru neyin yanlış olduğu anlaşılamıyor. Mimar Sinan'ın (Usta) dikkatini çeken ve onun çırakları arasına alınan Cihan, hem fil bakıcılığı hem de mimar çıraklığı yaparak İstanbul'da zaman geçirir. Cihan'ın anlatımıyla, zavallı beyaz filin, Mimar Sinan'ın, Sultan Süleyman'ın, Sarı Selim'in ve unutkanlıklar şehri İstanbul'un "off the record" hikayelesini okuyacaksınız. Ancak, sanmayın ki kitap bu tarihi karakterler içindir! Aksine, tanınmayan kimsesiz bir mimar kalfası filbazın ara ara yolunun dönemin ileri gelenleriyle kesiştiği yaşam öyküsüdür bu!

Elif Şafak'ın hikayeleri genelde akıcıdır ve kolay okunur ayrıca ilginç hikayelerden de bahsetmeyi sever. Bu kitabını okuyarak, Mimar Sinan, kalfaları, Takiyeddin, Nurbanu Hatun, Ebussuud Efendi, Mecnun Şeyh Leyli, Sokullu Mehmet Paşa, İlahi Komedya vb. isimlerin veya Mimar Sinan'ın ünlü eserlerinin akılınızda dönemleriyle birlikte kalmasını sağlayabilirsiniz.  Hikayenin en sevdiğim bölümlerinden birisi, Hindistan diyarından gelen (!?) Cihan'ın İstanbul'a olan muhabbeti azaldığında gelmiş geçmiş en muhteşem yapılardan birisi olan Tac Mahal'ı görmeye Agra'ya gitmesiydi: "Bazı şehirlere kendi istediği için gider insan; bazılarına da şehir istediği için. Buraya ayak bastığı an, Agra'nın ta en başından beri onu çağırdığı hissine kapıldı Cihan."

 "Her gün düşünüyorum maziyi. Geride bıraktığım şehri. İsanlar yürüyüp geçiyordur şimdi; görmeden düşünmeden.... İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti züerinden, nice alametler birikti ama hala orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce ve binlerce taştan bir tanesi var ki; altında gizli Arzın Merkezi."

Bununla beraber, tarihle oynama yaptığını ve tarihi karakterlerden esinlenerek kurgu karakterler yarattığını Elif Şafak sonsözde söylemiş zaten. O nedenle tarihe (kronoloji) ilişkin yapılan eleştirileri yersiz buluyorum. Sonuçta, yazar bir tarih kitabı ortaya koymadığını belirtiyor zaten. Ancak aşağıdaki linkte bulunan eleştiriler bana çok dikkati ve başarılı geldi kendisini tebrik ediyorum:

http://www.arkitera.com/gorus/449

Ancak siz yine de okuyun, okumayı seven biri olarak okuyun: "Ama Simeon'un köhne evinde; mürekkep, kağıt, tirşe, balmumu ve ekmek kokularıyla sarılı halde, bir kitaba burnunu gömerek herkesi ve her şeyi unutmanın, unutabilmenin verdiği hazzı hiçbir şeyden alamayacaktı. Aşk gibiydi okumak da... Neden, nasıl müptelası olduğunu, bilen zaten gayet iyi bilirdi; bilmeyene de anlatamazdın bir türlü."

13 Mart 2014 Perşembe

Göğe Bakma Durağı - Turgut Uyar

Baktım bu aralar kitaplara pek zaman ayıramıyorum, ben de işin kolayına kaçtım. Bir süredir bekleyen şiir kitaplarımdan birini, Turgut Uyar'ın "Göğe Bakma Durağı"nı okudum. Türk şiirine yeni bir boyut kazandıran İkinci Yenicilerin "şiir için şiir" anlayışına rağmen en sevdiğim şairlerinden birisidir Turgut Uyar. Bu şiir akımının en sevdiğim özelliği (her ne kadar Toplumcu Gerçekçilere tepki olarak doğsalar da) didaktik konuları şiirden uzak tutarak anlamlı olmanın şiir için gerekli bir özellik olmadığını savunmalarıdır. Resim yapmayı seven birisi olarak gerçeküstücülükle soyutlanan, musiki ve anlatım zenginliği kazandırılan şiirler de oldukça hoşuma gider (daha önce bahsettiğim gibi, şiirleriyle resim yapan Ülkü Tamer ve Cemal Süreya da ikinci yenicilerden sevdiğim şairlerdendir). Aynı şekilde kitabın ön sözünde Turgut Uyar'ın şiire yansıttığı farklı kavrayışıyla bir mucize olduğundan ve imkanlarını sonuna kadar zorladığı muazzam diliyle şiirleri de mucizeye dönüştürdüğünden söz edilmiştir. Dünyanın En Güzel Arabistanı şiirindeki cennet tasarımı ve bu tasarımı mükemmele ve mümküne yakın şekilde dile getirebilmesi de farklılığının örneklerinden birisidir. "Göğe Bakma Durağı"nda Turgut Uyar'ın en sevilen şiirleri bulunduğu için eğer biraz vakit ayırıp okursanız sizin de çok seveceğinize eminim, tavsiye ederim!

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Gerçekten hayran olunası bir şiir. Güzel bir Türkçe ile yazılmış bir mutlu anların şiiri :). Her bir mısrası hayat dolu:

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

2 Mart 2014 Pazar

Kadınlar Arasında - Murathan Mungan (Hikayeler)

Murathan Mungan'ın seçtikleri şeklinde derlenmiş çeşitli kitapların varlığından haberdardım (Ressamın İkinci Sözleşmesi, Yabancı Hayvanlar, Kadınlığın 21 Hikayesi, Erkeklerin Hikayeleri..vb). Ancak bu kitabı fark edince (Kadınlar Arasında) konusu itibariyle ilgimi çekti ve okudum. Çok kısaca kitabın konusu "kadınların kadınlara aşkı" şeklinde özetlenebilir. Murathan Mungan değişik yazarların "lezbiyen hikayelerini" derleyip ortaya bu eseri çıkarmış (araya girip birkaç söz ederek). Yazarların bir kısmını tanıyordum ancak bu kitap sayesinde pek çok yeni ismi öğrenmiş oldum. İlginç bir konu, ayrıca kısa hikayelerden oluştuğu için okumaya ara verip araya başka kitapları da alabilirsiniz (Sandman gibi mesela). Bu arada kitabın arkasında yazan açıklama da beni kitabı okumak için çeken etkenlerden biridir: "......Öte yandan her aşk hikâyesinin aslında kendinden başka şeylerin de hikâyesi olduğunun unutulmaması gerekir. Kadınlar arasında yaşanan adı konmuş konmamış, bir ad konulmasına gerek duyulan ya da duyulmayan gönül bağlarının, duygusal, tensel çekimlerin; kendini gerçekleştiremeyen arzuların ya da sonuçları göze alınıp yaşanan tutkuların; bir ilişkiye dönüşememiş ya da zamanla derin bir dostluk ve himayeden koyu bir çekişme ve rekabete kadar farklı biçimler altında varlığını sürdüren köklü yakınlıkların hikâyesi de olabilir..."

Murathan Mungan'ın kendisi edebiyatın "öteki" dediğinizin hikayesinde kendinizi bulmak olduğunu söylemiş. Bu söze bazı noktalarda katılıyorum. Elbette düşüncem "edebiyat" budur şeklinde değil ancak edebiyat dediğimizin hayatta olan her şeyi (hayal gücü dahil) konu edebilmesi yönünde. Öyle ki, Murathan Mungan'ın dediği gibi sessizliğin ve dilsizliğin her çeşidine itilen, hapsedilen kimlikler üzerindeki toplumsal tehditler, ancak birbirimizin hikâyelerini tanıdıkça, dokundukça, anladıkça ortadan kalkmaya başlar.

En sevdiğim hikaye (belki de şahsını sevdiğim için) Hakan Günday'ın "Gem" hikayesiydi. Bir de Mine Söğüt'ün "Ablamın Cesedi" ve Hakkı İnanç'ın "Dere Boyu Pervin" hikayelerini çok beğendim. Yine de, hiçbir "kadınlar arasında aşk" hikayesi Ömer Seyfettin'in "Eleğimsağma"sı gibi olamaz. 1917 yılında yazılan bu hikayenin okuduğum ilk andan bu yana bendeki etkisi hala geçmedi ki bunca yıllık birikim ile yazılan pek çok hikaye okumama rağmen. Sonuç itibariyle, hikaye okumayı seviyorsanız, bu kitabı tavsiye ederim.

".....Pervin soyunmaya başlıyor. 'Ne yapıyorsun?' diyorum. Bu kadar güzel olunur mu? Bir tabloyu izliyorum: Tanrı fırçasını düşlerime batırmış. 'Gelsene' diyor Pervin. Çıktığı madene dönmüş gibi öyle parıldıyor..." (Dere Boyu Pervin)

"......Anlamıyordum. Senin hayallerinden bahsediyordu. Görüntünden. Giysilerinden. Arzularından. Hayallerinden. Yaptıklarından. annemin haberi olmadan yaptıklarından. Tüm mahallenin bildiğinden. Bir annemin bilmediğinden. Babamın bile her şeyi sezdiğinden. Bir annemin bilmezden geldiğinden..." (Ablamın Cesedi)